28 Şubat 2017 Salı

SAINT SEBASTIAN, ALI PASHA, TRAMVAY DURAĞI


 SAINT SEBASTIAN
                                NEREDESİN?

hiç te bir gerilim filiminden aşağı kalmayan bir sahneydi.....
o yolda ben usulca ilerliyordum,
bir çok kişinin tercih etmediği bir orman yoluydu,
Mahler çalıyordu,
huzurlu, dingin bir orman yolu, 
yine birşeyler olmuştu canımı sıkan, ama iyiydim, araba kullanmak bana iyi geliyordu,
tıpkı yazmak gibi
tıpkı Stendhal sendromu gibi,

sonra ,
sonrasını bilmiyorum... ansısızın
o kareye bir geyik girdi,
geyik ve ben ters köşelere kaçmaya çalıştık, olmadı, olmuyor ki herzaman ...
yaşam seni kaçamayacağın köşelere sıkıştırıyor,

sonra müzik, araba  ve ben uçuyorduk, high değildik
ta ki bir ağaç bizim yolumuzu kesene kadar,
müzik devam ediyordu, benim burnum kanıyordu,
geyiğe ne oldu bilmiyorum...en azından arabada birlikte değildik....
bir süre bekledim...çarpışma anının etkisiyle
daha bir yatışmıştım,
daha bir soğuk kanlıydım,ılık kan boynunmdan aşagıya akarken ...
etrafıma bakıyor,
bedenime dokunuyordum.....
inanılmaz huzurlu, tatlı bir moddaydım....
hiç böyle hissetmemiştim....
başka bir boyuta gidip gelmiş olmalıydım,
etrafıma bakındım, ama Geyik yoktu, ne de Saint Sebastian ....
sanki über camp bir duyarlılıkta belireceğine ölesiye inanmıştım ki, tam bir Pierre et Gilles portresi
ölmüş olamazdım....
hayalimde ki, St.Sebastian bile ortada yoktu....
tuhaf olan aklıma ilk gelen bu portre olmuştu,
aslında El Greco'nun Saint Sebastian portresi beni çok etkilerdi,
Antonis Mor'da öyle ...
o anda Azizlere olan inancımı sorguladım,
sonra....hikayelerini sever ama onlara inanmazdım ...

ne mi hissediyordum...
rahatlamış.....
ve anın tekrarlarını düşlüyordum...gerçek mi düş mü?
buna ihtiyacım vardı....belki de ....

kaçıyordum, kaçıyorduk hep birşeylerden,
bana ne mi oldu?
ta ki kaza anına dek.....

nereye sürüyordum geleceğimi?
Neresinde takılı kalmıştım geçmişimin?
Öncesinde herşey çok mu üstüme geliyordu?
yoksa ben mi üstesinden gelmiyordum?

ensest bir geçmiş,
barok perdeler ağırlıklarınından kendilerini bile taşıyamıyordu,
bir de ortada hiç açılmamış koca bir valiz,
nereye koysan,
görünen....
nereye saklasan,
bulunan....

travmalar ince blueslar elşiğinde tramvay durağına vuran yağmurlara benzer,
sokakta öylece ıslanırsın....
ya da bir ağaca toslar kalırsın öyle....

şimdi ördekbaşı mavisinde herşey,
tenim porselen gibi,
damarlarımda Yves Klein Mavisi
benim işim de hiç kolay değil
ben de hiç kolay değilim
yahudi geçmişim mi? ensest geçmişim mi? camp geçmişim mi? ağır basan
aslında  İç Çekişler köprüsünden geçeli çok olmuştu.....
geçmişimle aramamızda asılı kalan birşeyler vardı....
hiç peşimi bırakmayan,
Komiser Javert ile Jean Valjean arasındaki ilişkiyi kıskandıran
ya da I.Francis  ile II.Mahmut arasına sıkışan
Tepedenli Ali Paşa, Yanyalı Ali Paşa'nın hikayesine paralel
Byron'ın lakabıyla Mahometan  Buonaparte...
Büyükannemin dilinden düşürmediği
benim de huylarımı benzettiği
ki bu benim asla onun cesaretine sahip olamadığım gerçeğini hiçbirşekilde değiştirmiyor,
nam-ı diğer Aslan Ali Paşa....
Sublime Port'a gövdesinden ayrılmış başıyla geri dönen....
ne de olsa ben yazmamıştım Ali Paşa'nın baladını
herkes kendi baladını yazarken....


huzurluydum,
rahatlamıştım,
şefkate ihtiyacım yoktu ...
sonra yarama iyi gelmeyen bir komşum vardı onu aradım,
hep canımı yakarak beni seven ...
hep bana sahip olmak isteyen, 
çünkü en çok o hoşlanacaktı bu manzaradan,
onu tatmin edebilirdim....
biraz sonra belirdi, ben hala  direksiyon koltuğunda oturuyordum, dudaklarım kanlıydı,
ve boynumda biraz kan ...birşey kesmiş  olmalıydı....
kapılar kilitliydi, beni pencereden çıkardı, gözleri adeta yerinden oynayacaktı, zevkle herşeyi mükemmel bir şekilde yapıyordu....
susuz gibiydi...her fırsatta bana dokunuyordu....
gözlerinde ki heyecan  orada benimle birlikte olmanın da ötesinde,
garip bir geçmişi de içinde taşıyan,
çok ta bulandırmak istenilmeyen,

ben kendimle olan sorunlarla boğuşurken,
o birden ortadan kayboldu,
bu bana iyi geldi, 
sonra karısından boşanmıştı, evden de taşınmıştı,
ne olduğunu bizde bilmiyorduk....
ben kazayı kimseye haber bile etmemiştim....bazen rüyamda geyiği görüyordum....
panikle, terle uyanıyordum...
ama onun dışında ben iyiydim....
geyikte iyiydi, 
çarpışma anını hiç aklımdan atamıyordum....
o sahne kafama kazınmıştı
o an hayatımdan hiç çıkmayacaktı
geyikler bir bir gözümün önünden geçiyordu...
çarpmanın şiddetiyle herşey binbir yere dağılmıştı,
herşey tuz-buz olmuştu,
kırılan parçalar birbirlerini bir daha tutar mıydı? 
yoksa açılan yaralar tamamiyle iyileşir miydi?
zamanla yerdeğiştirmelerini izlemek ruhuma iyi gelir miydi?
canımı acıtan şeylerden kaçabilir miydim?

artık birşeylere çarptığımda kırılmaktan korkmuyordum,
kanın akması da beni endişendirmiyordu,
zaten hep kanıyordu... her an ....herşey.....

kaza sonrası ne mi oldu bana, bilmem ki.....
ruhu işkence görmüş insanları anlamam kolaylaşmıştı,
insanların ihtiyaçlarını karşılamaktan rahatsız olmuyordum...
en azından onları hayatımda ki yerlerine oturtabiliyordum ..
günler geçiyordu, ırmaklar akıyor, leylekler geri dönüyordu ...
bir kaç gün sonra eskisinden bile daha iyi hissediyordum,
hissediyordum,
gündelik yaşam ritüelimde bazı değişiklikler iyi gelmişti,
hiçbirşeyi artık kontraol etmiyordum
rutinlerimin yanına yeni heyecanlar ekledim,
sonra ben evi baştan aşağıya boyadım,
daha iyi görmek için gözlük kullanıyordum,
artık sigara içmiyordum,
her sabah düzenli olarak yüzüyordum,
saçlarımı artık boyamıyordum.....

XX8 / II/ MMX7


.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder