yagmurdan islanmis bir Kurbaga, Mavi Tilki ve Daniel......

henuz yuzunu gormemistim, daha dogrusu nefes alisinda yuzunun ifadesini, henuz tanismamistik, daha dogrusu hangi elinle kalemi tutacagini kestiremiyordum...
henuz tanismamistik, daktilo kullanip kullanmadigindan emin olamiyordum,
henuz tanismamistik,  sana mavi rengininin mi? yoksa yesil renginin mi ?hangisini daha uyumlu tasiyacagindan bihaberdardim.....
mavinin hangi tonlarinin yakisacagi? ellerinle kombinasyonu, dudaklarinla butunlesmesini bir turlu kestiremiyordum, gozlugunun camlarindan nasil yansiyabilecegine ortak olmamistik henuz....gerci gozlugun varmiydi senin?
Hermeyse hikaye baslamadan once cok konustum yine, birkac kez telefonda konusmustuk, bir iki satir mesaj,o kadar sana dair...
O gun soguk bir aralik aksami, The French House'da beni aradigini hissettim, ben yan blokta eski bir siyah-beyaz filmde aglarken, Sen The French House'ta oda sicakligina yakin bir Merlot'yu yudumluyordun, sonrasinda sessizce terkettin mekani.....henuz Melville ya da Jacques Demy'in sende biraktigi izler ve hangi sahnelerin seni esir aldigini bilmiyordum, bilmem gereklimiydi, onuda bilmiyordum, Sen nede olsa City'de calisan bir finans uzmaniydin, ispanyolca konusuyordun yagmurlu Londra gecelerinde, Emma'yla tanismamistin, hai-ku yazarak beni etkilemek istiyordun, St.James Park'ta hic piknik yapmamistik....iki farkli mekanda sirt sirta oturuyorduk, aradaki blok bizi bolerken, bir o kadar yakindi duslerimiz.....
Sonraki gun, seninle sinemanin cafesinde bulusmamiz gerekiyordu, benim isler uzadi, senin oglunun atesi cikti, olmadi bir turlu, ozurler siraladik baska bir ana birakmakta zorlandigimiz anlar adina....

Gunler gecti, Sen Heathrow'dan ben City havalimanindan uctum, sonra sen Malpenza'dan ben Fiumucino havalimanindan, ben Farrington "dan trene binerken sen Waterloo'da Gari terkediyordun, sonra yine baska bir gun ben Paddington tren istasyonunun yakinlarinda bir yerlerde yonumu kaybettim, yagmurda islandim, semsiyemde yoktu, almamim bir anlamida yoktu, boyle olmasi gerekiyordu, bunu sen sormamistin henuz, benimde yanitlamak icin bir hikaye bulmama gerek kalmamisti, gerci boyle bir soruyu sorabilecegini dahi bilmiyordum, herneyse, o gun sen eldivenlerini kaybetmistin.....
..... bazi gecelerse Mavi Tilkiler penceremizin onundengectiler, kimi zaman yeni aile fertleriyle....
 ......konusamadik bir sure, ciddiye alacak o kadar cok sey vardi ki hayatimizda, ben parkta kazlara yem vermeye,  Kyoto Garden'daki yabani balikcili gozlemlemeye gittim, sen parka oglunla gittin, sonra birlikte kanal boyunca yurudunuz,senin oglan bir  kurbaga bulmustu, baba bu neden islak dediginde? senin yanitin yagmurdan islanmis oldu, kurbagayi evde beslemek istediginde ise,  yanitin o kendi dogasinda mutlu olmustu......
 .......gunler gecti, ben  Kral Lear izlemeye , sense oglunla Aslan Kral izlemeye gittin, Ben Derek Jacobi"nin performansinda Kral Lear'i izlerken Shakespear'in beni alt-ust eden oyunundaki; aile, adalet, ihanet, korluk gibi motiflerin altinda ezilirken, sen oglunla renkli fauna dunyasinda bir gece gecirdin, tuhaf bir sekilde mesajinda, yaninda olmak isterdim yaziyordu, benim yanitimda da yerinde olmak isterdim.....ben yinede Derek Jacobi'nin yorumuyla buyulenirken, sende oglunun gulusuyle buyulendin.....

......bugun ben National Gallery'de bir Bronzino tablosunun onunde saatlerce oturdum, sonrada Gallery'den ciktim, cok sigara ictim, hicbirsey olmadi .....
sense televizyon izledin......

Gunler geciyordu, sen esinden ayrilmistin, yeni dairene tasindin, ogluna yakin biryerlerde, heyecanli ve bir o kadar huzunluydun, korkuyordun, beni davet etmismiydin pek hatirlamiyorum, sordugun soru bir davetti sanirim; hersey yolunda alismaya basliyorum, lutfen bir konserve acacagi pek makbule gececek diyordun, ben seni yanitlamadim, kendime bile yanit vermekte zorlandigimi hissediyordum, o gun ogluna Taris"in kurumus incirlerinden aldim...
araya yine gunler girdi, ay tutulmasi, sayilarini binleri bulan ucaklar, Phad Thai, Kurklu Ruslar, Kollhaas kareleri, Budapeste'den gelen sanat ruzgari, Egon Schiele uzerine birseyler, Lola, Hannah, Cabernet geceleri, yaninda olmayan Caberet geceleri, Marylebone High Street, ve mavi tilkiler.....
Sen Diaghilev sergisini Bruxelles'de gormustun, ben Victoria&Albert Muzesinde, oysaki ben Bruxelles'in o sikici, bogucu, dekadans, kasvetli, art novaeux yanini cok ozlemistim, sense Amsterdam sayikliyordun.......
yine soguk bir gundu, birseyler atistirmak istiyordum, durup dururken pixhos yemek istedim, hic bilmiyordum yakinlarda biryerlerde iyi bir Basque mutfagi var miydi? o saatte nereden bulabilirdim bir Basque sef? seni aradim, sen duymamis olmaliydin, yanit yoktu, bende oturdum evde sushi yaptim, sashimi kesim teknikleri uzerine biraz kitap karistirdim, birazda deneysel sushi'ler, noriler,  iclerine kozlenmis biberler, kuskonmaz, ve ahtopot koydum, tek basina Sukiyaki, ya da Yakitori restoranina gitmenin yakisiksiz olacagini dusundum....
....sen o gece Meksikali modundaydin, Tacoslarin bir kismini yakmistin, guocomoli sosta istedigin gibi olmamisti, o kadarda bana sorarak hazirlamistin avokado sosunu, biryerde hata vardi? belki de avokadolar yeterince olgunlasmamisti......
Balik maceram henuz bitmemisti, Lakerda diye sayikliyordum, simdi sana gelsem, kapiyi acsan, Lakerda ikram edermiydin, bunun hayali bile beni Vladivostock'a suruklerken, bir an kendimi dokuzyuzler basinda  Amerikanskaya Bulvarinda bulmustum (Svetlanskaya Bulvari, nedense Bulvarin adi birkac kez degismisti, bense bu degisimlerin farkinda degildim, orasi Amerikanskaya Bulvariydi benim icin), sacmaliklarim hayallerimden de buyuktu ama bunu idrak etmem icin buyumem gerekliydi, herneyse hikayemize donelim, Lakerda, ben ve buyukbabam ucgeninde kalmistik. Buyukbabamin kis aylarinda yaptigi Lakerda ve Malaga'li balikci Behmuaras'in hikayesi birden South Kensington'da bir sokagin ortasinda beni gafil avlamisti,  sonra Toledo'daki balikci halinin duvarlarinda gordugum an yasadigim saskinlik oturdu icime,  dogru ya sen ve Lakerda, ama Malagali balikci Behmuaras 'ta boyle dememismiydi , La Kerrida....
Cok isteyince olur mu hersey?

Ertesi gun Otto Lenghi'den aldigim tum tatlilari yedim, dolap bosalmisti....bende rahatlamis, ve uc kilo almis olmaliydim.....

o gun sen kayiptin, bende o gun delirecek gibi oldum, tesadufen kapini calma istegi uyandi icimde, onun yerine Milena"yi ziyarete gittim, yeni bebek Massimo cok tatliydi, onu optum, optum.......yine optum...
 sonraki gun basim agriyordu, havuc suyu ictim, Bach dinledim, Dilaila'la bulustum, seninde miden agrimisti, bir ilac aldin, rahatlamistin.....oglunu okuldan aldin, internette sevgili arayislarini surdurdun, dislerini fircalamadan yattin o gece.....
ben yeni bir kitaba basladim, sikildim, histerik bir turk kadin yazarin kitabiydi, elimden attim....haftasonu ben Putney'de Thames nehri uzerinde kurek cekerken, sen nehrin karsi kiyisinda kurek ceken genclere bakarak yuruyordun ciplak cinarlar altinda....o gun biz yarisi kaybetmistik, bense bir o kadar sevicliydim takim arkadaslarimin aksine, hayatta hep bir adim daha atacak yer birakmistim, ruhumu cok olmustu terbiye edeli hep birinci gelmem gerektigi gunleri artik hatirlamiyordum bile...ikincilik guzeldi......

sonra, senin hayalinle basbasa kaldigim anlar, seninle ilgili sorular sorardim, ve yanitlarini bulmaya calisir, bulamayinca da yazdigim hikayeyi kendime en uygun yaniti ararcasina noktalardim,  Ne okurdun sen? The Guardian? The Times? yoksa La Gazetta Della Sport? yada bir espressoylo Le Monde Diplomatique, ......hic Lord'lar Kriket sahasinda kriket maci izlemismiydin? Kriket severmiydin? ne dinlerdin? Bach? Rachmaninov? yoksa Satie?


gunler gunleri kovalarken, birgun sen metro merdivenlerinden asagiya inerken , ben ayni merdivenlerden yukariya dogru ilerliyordum, sen trene yetismek istiyordun, gozun bir ara takildi, ben yanindan gecerken koku seni deli etmisti, duraksadin, insanlarin seni iteklemelerini bir an icin bile kale almadin, o sirada trende peronu terketmisti, o cocukta gozden kaybolmustu, ben hicbirseyden habersiz caddedeki kalabaliga karistim, senin aklin karisti...
aslinda eve vardigimda kafam cok karisikti, ustumu degistirmeden yeniden sokaga firladim, ne olduysa, seni gormeliydim, aylardir birbirimize sozler verip, bu bulusma anini askiya alan kisi ne ben ne sen olabilirdin?,  bu ani biran once yasamak istiyordum, nerede olabilecegini kestiriyordum nedensizce, ukalaca bir tutum icinde kendi rasyonel aklima yenik dusmeden bunu yapmaliydim,yapacaktim, karaliydim.....

sonunda bulusmamiza bir gun kalmisti.....dedim ya henuz tanismamistik, bu hikayenin olusmasi icin seninle hep bir gun  o bulusma anini duslemek adina, o gun o noktaya gelmedim, gelemedim, zihnimde hep bu anin hayalini tasavvur ederken, bu anin golgeleri dolasirken, korkularim bir Fussli tablosunda yatarken, tum bu oyunlar beni caresiz kilarken, hayalinin yarattigi gerceklik beni esir almis iken, dokunamamanin verdigi dokunulmazlik beni ozgurlesirirken, seni hep o an ile hayal etmenin agirligina yenik dusmus iken, o hayalin gerceklik denen kirlitilmis bir ana hapsolmasina izin veremezdim........
Iste oyle, o an anladim seni,  .....anladim ki sen buna hazir degildin, ve sen tum bunlarin uzerine geldin, sorgusuz, sualsiz......

Un petit London Tales, end of 2010, London, C.CERIT