6 Nisan 2017 Perşembe

Hội An'da ki Japon köprüsünden geçemedim ya, tamamlanmamışlar ekseninden nasıl geçerim ....

Ne köprüler geçtim ne köprüler yaktım
Hội An'da ki Japon köprüsünden geçemedim ya ....
işte beni öldüren de bu....

Sen, Orwellian bir ülkeden geliyordun
ve özgürlük seni kamçılıyordu
yıllar sonra konuşma yetine kavuşmuştun sen ...

nasıl oluyordu tutuk kalıyordun
ki ben sana ölesiye tutunuyordum

sen korkusuzdun
benim korkularım vardı
benim acılarım vardı
senin düşlerin
içinde ben olan
senin Saramago kitapların
benim kedim
senin menekşe mavisi gözleri olan kızkardeşin
benim eczacı bir teyzem,
senin dinlenmemiş hikayelerin vardı
benim mavi yazan kalemlerim ....

Cyrus'un silindirini ikimizde görmüştük
ve Salisbury Katedralinde Magna Carta önümüzde dururken ağlamıştık
çıkışta Constable tablolarını kıskandıran güzellikte ki portreye saklanmıştık
senin ve benim maceralarım olmazsa biz olmazdık
aslında bizi biraraya getiren  tesadüflerden de kaçamazdık

ben uçağı kaçırmıştım
sen treni
ben plan yapmamıştım
sen yapmıştın
Chefchouen'a ben Felemenklerle ilerlerken
sen yalnız geliyordun
ve o gece
yıldızlar daha bir parlak 
ve etrafta
tuhaf bir serinlik vardı,
gül kokuları mavi köyü sarmıştı ....
ve sen verandada yıldızlara bakıyordun
ben verandada sana bakıyordum
çıplak ayaklarınla
yanmış tenini saran krem keten gömleğin ve tone sur tone kapri pantolonun
uyumsuz çocuğun uyumlu halleri
ben de New York'ta Strand Bookstore yakın,
ABC mağazasından alınmış
üstünde sanskritçe bir şeyler yazan
rengi fuşyaya çalan
ipek bir şal, belimi saran
üstünde beyaz keten bir gömlek

tenin hiç olmadığın kadar koyu
bense hiç olmadığım kadar beyaz
saçlarının rengi iyice açılmış
gözlerim daha bir atlas yeşili
seninkisi ise meandros mavisi
sen ki hiç meandros'ta yüzmedin
ben çöl buyunca her tarafımı sararken
sen hertarafını açmıştın
güneş her tarafını yakmıştı ama mutluydun....

sonra ben sana Konichiwa dedim...
ikimizde kendi dillerimizden farklı bir dil konuşuyorduk
senin ki çok netti,
ele veren kendini,
benimkini anlamanı beklemek hata olurdu,
sormak ise senin pek te tarzın değildi
sonra güller hep aynı kokar mı diye sordum
sen bilmiyordun
başını döndüren şey neydi
ben mi güller mi
pek bi anlam verememiştin
Damask gülü ile Morocco gülü arasında ki fark neydi acaba?
Ouarzazate gitmeliydik dedim,
hiç duymamıştın orayı

sonra bana çölü antattın
çölde neyi arıyordun ki?
ben birşey aramıyordum
aramayı yıllar önce bırakmıştım,
seni merakla dinliyordum
aslında hep sen anlatıyordun ben dinliyordum
ve bu ikimize de çok iyi geliyordu...
bazen yolda birilerine birşeyler anlatmak istersin ya
işte o an girmişti içine
ve ben o ana hapsolmuştum....

içinden birşey seni çağırmıştı buraya
söz geçiremediğin birşey
söz dinletemediğin birşey
dillendiremediğin birşey 
seni dinlemeyen
eyleme davet eden
ve sen buna kulak vermiştin 

benim de içimden birşeyler seni çağırmıştı
La Giralda kadar büyük
Al Koutoubia kadar eski
ve ben bunu biliyordum
ama sana söyleyemedim nedensizce

burada kalmaya karar verdik
sanki buradan çıkarsak büyü bozulacaktı
içimize öyle bir korku yerleşmişti

otel'e başka başka insanlar gidip geliyor
ama her akşam ikimiz veranda da adını bilmediğimiz yıldızlarla başbaşa kalıyorduk
nedense
herkes çok meşguldu
yetişmeleri gerekiyordu biryerlere

ben ruhuma iyi gelen şeylerin peşindeydim
sense kendi gümüş tilkilerinin peşinde 
ruhumu doyurmalıydım
ve çöl beni çağırmıştı

sense çölün sırrını istiyordun
sırlanarak bulabilirdin onu
ama önce sırlarını açmalıydın
beklemen gerekiyordu
ta ki çöl sana el verene kadar 

çöl beni çağırdı
ve sen oradaydın ....

bazı şeyler tamamlanmaya koşarken
bazı şeylerde yarım kalmalıydı
ve bazı hikayeler gizli
ve hiç dinlenmemiş
tıpkı sen ve benim bitmemiş hikayelerimiz gibi...

sen beni görmedin
aslında ilk ben seni görmüştüm 
ama görünen o ki bizi Rif dağlarında bekleyen rastlantıdan ikimizde kaçamadık......
o nisan akşamı
çöle ve yıldızlara yakın

III / IV / MMX7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder