19 Eylül 2012 Çarşamba

BÜLBÜLDERESİ CİNAYETİ, YAZIYOR YAZIYOR




bazı günler mezarlıklarda bulurdum kendimi,
en çok ilgimi çekende Bülbülderesi mezarlığı olurdu…
oysa Üsküdar, Scutari olmaktan çıkalı yüzyıllar geçmişti…


dedim ya bu aralar üstüme nekrofili belası bulaşmıştı
agarofobide cabası
başım fena halde dertteydi…


bazı akşamlar Feriköy’de Latin mezarlığında, bir şapelde
Charles Baudelaire okurdum
kimi zamansa Aşiyan'da bir erguvan altında soluklanırdım
pazartesi Tanpınar’ın başında kitap okurdum...
Nuran’ın çıkıp gelmesini beklerdim
çok gören olmuştu
ben kalktıktan sonra bir kadın gelirmiş
sonra ağlamaklı bir halde sahildeki iskeleye koşarmış….
bir tek pazar uğramazmış
sormayın neden….


salı boş boş yürürüm kilometrelerce
kimi zaman bir kitabeye rastlar
ne olduğunu anlamaya çalışırdım....
neden buraya dikilmişti
o an anlardım
eşyanın tabiatına
aykırı durmanın cazibesini
yıkılırken üstüme Santa Maria Katedrali….
kimi zaman köşebaşlarında unutulmuş su yalakları,
nişantaşları, yıkık dökük kitabeler….
bende kendiliğinden vücut bulmuş hikayeler gibi
çıkar önüme dikilirlerdi
bende her kişisel hezimetin sonrası
dikerdim kendi taşlarımı
kentin farklı tepelerinin üstüne
sonrada ağlama duvarları örerdim üstlerine
ağladığım yerler haritası bile çıkarmıştım
utanmasam bunu yayınlardım ama
ünüm heryanı sarmıştı çoktan
yakışık almazdı bu medeni gaflet
usulca ilave ettim
bunu bir de kendi coğrafyama


çarşamba Papa Roncalli sokağında bir çıkmaza saparken
yaseminlerle çevrili bir yol beni alıkoyar
Vatikan bahçesi sanki hiç bitmeyecekmiş
gibi durur gözümün önünde
oysa içimde garip dörtlüklerin
bitmemiş son halleri
gibi bir rüzgar eser


Perşembe yağmur var
kime ne
cuma ıssız
cumartesi kimsesiz,
İzmir’de Kançeşme yolu üstünde
yağmalanmış bir Musevi mezarlığı var
bilmem bilirmisiniz
oraya da gittim tabii
bunu sorgulamanız beni tanımadığınıza delalet
ama daha çok yol var…
Selanik’te ayrı bir hüzün dolanıyor bu gece
sokakta bir çığlık
Bülbüldere mezarlığında bir dönme ….
eski filmlerde olsaydı
yazıyor yazıyor
mezarlıkta bir dönme ölü bulundu,
yazıyor yazıyor
cinayeti yazıyor….

c.cerit 7MMXII EAST


KALENDER’DE BİR MABEYNCİNİN ANATOMİSİ ÜZERİNE




Kalender’de
müstakil bir huzur arıyordum
badem ağaçlarıyla çevrili
bir o kadar masum
başka hiçbir şeye hizmet etmeyen


sahilde, senin rüyalarının üstüne
dayanmış yalılar
dayatılmış arzular
dinlenmemiş valsler
demlenmemiş hayaller
denenmemiş sergüzeştler


yosunlarla birlikte sahile vururken

köşedeki Sabuncakis Çiçekçisinde
unutulmuş bir frezya

günbatarken
köşkteki freskler düşüyor
tuz buz oluyor
beni bu bıraktığın
Mabeynci köşkünde


bedenime iliştiriyorum
düşen parçaları
her hareketimde
her hatıratında
un ufak oluyor her şey

yeniden düşen parçaları
yeniden başka noktalara
yerleştirirken
bedenim mi artık taşıyamayan
yoksa ruhum mu bilemiyorum
bilemiyorum

c.cerit MMXII ISTANBUL

HOTEL ANGLETERRA

HOTEL ANGLETERRA



içimde nedensizce bir Sergei Yesenin
her gün yavaş yavaş intihar eden
her beyaz aksam St.Petersburg'ta
The Angleterra Otelinde


St Isaac Katedralinde ayaklarımı buz kesiyor
gitmiyor hiçbirşey yolunda
gitmiyor
ayaklarım gitmiyor…


yollar buz kesmiş
ince kristallerle kaplı


oradan çaresizce Sindagma’daki
Hotel Grande Bretagne’yaya geçerken
sıcaktan burnum kanıyor
sanki hiç durmayacakmışçasına
dayanılmaz bir hal alıyor bu hemofili nöbetleri…
sıcaktan her şey eriyor
içimdeki Yesenin bile


içimdeki nöbet tutan asker,
beni olur olmaz köşelerde yakalarken ansızın


Istanbul’da bir ben
Londra Otelinde bir papağan
Bavyeralı bir soytarı
ve
gece resepsiyonisti bir öğretmen
oturmuşuz
sigara içiyoruz ayrı köşelerde
kimse birbirine neden diye sormuyor…
konuşmuyoruz
papağan en çok fıstık seviyor...
alman soytarı kendini
ben seni
öğretmen birini seviyor mu?
o kimseyi neden sevmediğini bile bilmiyor
kesin olan tek şey uykuyu sevdiği


sonra yakınlardaki Şapelden bir çığlık yükseliyor,
Viktor Levi’nin kapısına kilit vurulmuş
Walt Whitman’ın hayaleti geçiyor
sonra kırmızı bir tramvay
peşisıra bir kedi …
aslında hayat geçiyor….

c.cerit –MMXII Istanbul

GÖLGEM DOLANIYOR ETRAFINDA


GÖLGEM DOLANIYOR ETRAFINDA


ne zaman canım sıkılsa
kendimi eski posta binasının basamaklarına atardım
yazdığım hikayelerin kahramanı olmaya soyunurdum
ama hiçbir zaman onlar kadar cesur olamazdım
kendine yetmeyen
kendini taşıyamayan
kendine muvaffak olamayan
biri olup çıkmıştım
nasıl bir iştir bu anlayamamıştım..
içimdeki bu hisle baş edebilme arzusunu çoktan kaybetmiştim…
ne zaman aklıma düşse hayalin çekip gitmek geçerdi içimden
kendim olmadığım benlerden


işte o gün
ben senin gözlerinin lacivert olduğunu
unutmuştum…


geçmiş gecelerden biri durmaktaydı ellerinde
içimde geçen bir sen
velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde
eski rıhtımda senin siluetin


bugünlerde kendime mektuplar gönderir oldum
garip bir heyecanla
açıyorum ıhlamur kokan gecelerde
kimi zaman sözcükler yer değiştirmiş
kimi zamansa silinmiş
anlamıyorum hiçbir şey


gölgem dolanıyor etrafımda
oysa ki seni araması gerekirken
beni bırakmıyor
o bile benden şüpheleniyor
oysa her defasında seni yolcu ediyor
sonra yeniden karşılıyorum
adını bile bilmediğim garlardan…
kızgınlığım geçmiyor
hatırlamadığım tenha sokaklardan geçerken
senin ellerin yakamda


ben artık yoruldum
oysa seni seviyordum


Istanbul’u seviyordum
ama yine de alıp başımı gidecektim…
dedim ya ben yoktum
orada duran başkası
MMXII- C.CERİT


FAİLİ MEÇHUL

FAİLİ MEÇHUL


adını koyamadığım
içine sığamadığım
bir başkası vardı
içimde saklanan
git desem de aldırmayan
ne yapacaktım ben böyle
hiç bilmiyordum
tek bildiğim bir türlü beni bırakmıyordu
bin türlü numaralar da işe yaramıyordu


acı çekmekten yorulmuştum
kelimelere teslim olmaktan başka çarem de yoktu
yazmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden
başka bir yol gözükmüyordu
tesellisi olur muydu açmamış manolyalar
birgün beni ıslak bir kaldırım kenarında buldular
dedektif cinayetten şüpheleniyordu
ama elinde bunu doğrulayacak hiçbir ipucu yoktu
herkes bu esrarengiz adamın ölümünün ltında
yatan sır perdesini aralamak istiyordu…

hatta o gün öğleden sonra uğradığım Gramafon Tamirhanesine bile uğradılar

uzun uzun garip adamı sorguladılar
sonra oradan aldıkları bilgiyle
Denizciler Kitabevine gittiler
evet buraya uğradı ve birkaç gravüre baktı ve çıktı yanıtı
Komiser Amiri Tekin’ni pekte memnun etmemişti
ee sonra nereye uğramıştım…
aslında benim Marika adlı bir arkadaşım vardı
belki ona sorsalar o yanıtı biliyordu…
dedim ya dedektifler hiçbir işe yaramıyordu…
sonra kaldığım Hotel Dakar İtalya’ya
bir hışımla daldılar
resepsiyonist şaşkın, uykulu
evraklara baktılar
odaya çıktılar
oda boştu
masada kırmızı bir kalem vardı
üzerinde elementary my dear Watson yazıyordu
mavi bir nokta çizilmişti masanın üzerine
Tekin kendi kendine cevaplarını veremediği sorular soruyordu
evet doğru burada kalmış
neden acaba,
bazı zaman insanların otelde kalabileceğini pekte tasavvur edemiyordu
Tekin çok Tommix Texas okumuştu…
Tekin tekinsiz işler üzerindeydi
Bunu kendide biliyordu
Ama bu onu pekte rahatsız etmiyordu….



Tekin yerleri kokladı
bir şey bulamamıştı
o hışımla çıktı
soluğu orospu Nalan’da aldı
kızın canını acıtıyordu
kız gıkını bile çıkarmadı
hoşuna gitmedi bu
bir sigara yaktı,
Nalan’da yaktı
ceketini aldı çıktı


ıslak yolda sigarasını içine çekiyordu
Tarlabaşında bir ara sokakta gözden kayboldu
ertesi gün Tekin’in cesedini
Hasköy ’de bir depoda buldular…
avucunda mavi bir nokta …


üç gün sonra dosya kapanmıştı
üstünde faili meçhul yazıyordu….
bulamamışlardı katili
mavi nokta neydi?
Neden mavi noktalar işaretlenmişti?
kimsenin aklına gelmemişti şiirlerimi okumak
kalbime bakmak
kalbime bir anjiyo yapmak
aslında cinayeti ben görmüştüm
ama nasıl olurda suçumu üstlenirdim
hem ben bir ölüydüm artık….

c.cerit MMXII/VII IST



TAHTA BAYKUŞ

TAHTA BAYKUŞ


bulutlar geziyor yatağımın üstünden
doğudan batıya …..
saatlerce onların geçmesine tanıklık ederken
duvarda asılı bir Fujiyama tablosu
her zaman ki gibi karla kaplı
eteklerinde kiraz agaçları


yerde bir Murakami kitabı
bir sigara paketi,
boş bir valiz,
heryere saçılmış notlar,
New York’tan tahta bir Baykuş
Donna’nın hediyesi olmalı,
kapı kolunda asılı bir file
Marylebone’daki bir Fransız peynircisinden alınmış,
altında başka bir bez torba
New York Strand yazılı…


küçük komidinin üstünde duran
küçük prens eskizleri…

alt rafta Carry Grant filmleri
yanında Howard Hawks’ın çok sevdiğim bir filmi
sonra püsküllü Victorian parfüm şişesi
Endymion,
onun kokusu



yerlere düşen kanje metinler
karşı tepedeki kilisenin zorlukla seçilebilen çan kulesi,
aşağıda sarı kırmızı renklerde bir benzin istasyonu,
sonra karşı sokaklarda yürüyen insan silüetleri


eksik kalan bir şeyler olmalı
hay aksi …
işte tam orada
tüm bunların üstüne
odada boylu boyunca uzanmış yalnızlığım…

c.cerit VII7MMXII IstAnbuL