kendim uzun zamandır
kendinde degil
bu icimdeki katmanlar
birbir gün ışığına çıkarken
oluşturduğu
paralel evrende
pekte
tutarlı bir yol izlememekteydi...
gerçi neydi tutarlı olan
o sıralar hayatımızda....
bu ikimizin çizdigi yolda
diğerlerinin seyirci oldugu
yada kan uyuşmazlığı olarak tanımlayabileceğimiz bir alegori sözkonusu idi......
Elmadağ yokuşunda
tek başına bırakılmış gibi hissediyordum
bu korkudan dolayı
Surg Agop hastanesinin önünden
yonümü değistirmekten
hiç te
gocunuyor gibi bir halim yoktu.....
evde içtigim tüm sigaraların kutularını biriktirme
oyunundan sıkılmış
adamakıllı başka oyunlar istiyordum....
ama bunları kimlerle oyanyabilirdim ki....
kimi kapri desem kapris yapar
kimi kimseye lütf etmez....
kimi de Mehmet Rauf romanlarındaki persona boşluğundaydı
sanki o sıralar...
başka oyunlarda bulmuştum kendime
tanımadığım insanlara garip mesajlar çekiyor
tanımadığım insanlarla buluşuyor
sonra onlarla vedalaşıyordum
bu sefer acı çekmemiş olduğumu
ya da bu duyguya alıştığımı
ya da üstesinden gelebilme yetisine kavuştuğumu
altetme ve affetme ikileminden kurtulduğumu
düşünüyordum......
başedebilme duygusunun yarattığı sansasyonel duygunun
tatminin tamahkar bir kölesi olmayı arzularken bulmuştum kendimi......
oysa ki o sıralar ne çok ta,
canım Panama bandıralı bir şilebe binip
kaçmak istiyordu
Hokkaido açıklarında fırtınaya yakalanmak
Okinawa'da karaya çıkmak,
Buenos Aires'te tango barlarda sızmak
bir Paul Auster romanında bir satırın arasına sıkışmak
sokaktan geçen bir adamın.....
boynundan kayıp düşen fuların hikayesi olmak.....
bir Chagall tablosunda köşede oturmak
ve seyretmek oradan dünyayı
küçük hazlar peşindeydim anlayacağınız
elimde olmayan
ve elimden tutmayan
nedenler sonrasında ...
içimde Tijuana'daki duvar boyunca sevişmekten yorulmuş başkaları geçiyordu.....
içimde farklı otel odalarından
oluşan yaşanmışlıklar müzesinde
tanımadığım
bintürlü konuk olduğum
nöbetler geçiyordu...
tarifsiz anılar digerlerinin üstüne akbabalar gibi üşüşmüşlerdi.....
hatta bir ara bir doktora görünmeye
tam ikna olmuştum ki....
doktor Nejat'ın tayini cıkmıstı...
sonra
tanımadığım bir Love Hotel'de
tanımadığım biriyle birlikte olmak artık eskisi gibi
çekici gelmiyordu.....
Dogen-zaka'da bildiğim birkaç mekanda
artık beni kesmiyordu....
tanıdıktı herşey.....
kleptomanyak bir arzu duyuyordum herşeye
japon ruhum sanki Haneke filmlerine düşmüştü
çekip çıkarmak zordu anlaşılan.....
Takeshita sokağında yoktum ben
Moyai anıtından uzaklaşırken
hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı
anlamıştım bunu ben
anlamıştım bunu ben .......
東京, Basho'nun izinde, MMXII
12 Mayıs 2012 Cumartesi
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Çukurcuma'da bir Objet de Curiosité
Pera'da yürüyordum nedensiz,
Faik Paşa yokuşuna uzak,
Kelebek Korsecisine yakın bir noktada
köşebaşında bir basamak
duruyordu boş.....
iliştim kıyısına
sigara içmeliydim
başım fena halde dönüyordu
üstüne üstlük bugünlerde
başıma gelmeyen kalmamıştı
masumiyet müzesinde
aklımı,
ruhumu,
yazmaya calıştıklarımı,
düşüncelerimi,
toplamaya ,
biriktirmeye,
kaybetmeye
calıştığım herşeyi
yitirmiştim,
anlamadım bu nasıl olmuştu,
yaşamım bir curiosity box'a sığar mıydı?
buda yetmezmiş gibi
söyleyeceğim,
söylediğim
sözcüklerde kaybolmuştu......
paramparça olmuştu ruhum
üstüne
cebimde günlerdir sakladığım
kücük cigalle'den ses çıkmıyordu
nasıl yaşardım onun sesi olmadan,
hatıralar olmadan....
uzun süredir
sigara sarmaya başlamıştım,
filtre kahve içmiyordum,
Tanzanya'dan gelen kahve ile
Etiyopya'dan gelen arasındaki farkı algılayamıyordum,
coğrafı rotasyonumu kaybetmiş
batı ile doğu arasında sıkışıp kalmıştım....
yan komşularımın adlarını bile unutmuştum,
icimden onları görmeme istegi ağır basıyordu,
20 taksim 46 numaralı apartmanın her önüne geldiğimde,
tetiklenen merak duygusu gitmiş
yerini doldurulamaz bir Hooper tablosu almıştı
dedim ya garip bir haller olmuştu bana
kendim bile kendimi tanıyamıyordum.......
sonra evde yaşadığım garip kokuların
portreleri gitmis,
duvarlardaki kanje metinler silinmiş,
garip, fena halde futursuz
random bir nöbetler arifesinde
yaşanmamış beklentiler skalasında
elini uzatmaya ramak kalmışken
işte tam orada
metalik bir portakal tadı,
bölüyordu sessizliği....
amerikalılar buna olsa olsa
electric blue derdi,
kendimde güldüm bu algı frekansına.....
radyoda çalan ferahfeza makamındaki
bir ses...
nedensizce beni kapıya yönlendirmişti ki
hay aksi,dedemin fağfur kasesini bulamıyordum....
dedim ya garip bir haller evresindeydim
ben bile kendimi tanımakta zorlanıyordum......
sonra bir Erguvan düştü Göksu'ya
gölgesinde bir Hyacinth.....
bir gök gürültüsü sardı Hisar surlarını,
zeyrek'te bir gramafon ağlıyordu
Tatavla'da bir zenciyi bıçaklamıslardi,
kuyudibinde bir sette
aniden
durup dururken
bir oyuncunun sesi gitmişti,
Florence Nightingale hastanesinde bir Hemşirenin
burnu kanadı,
Mısır Apartmanındaki Galeriye cıkan
Ferdan'ın çorabı kaçmıstı.....
Sahra Pavyonundaki Zeki bileğini burkmuştu.....
yanılmıyorsan
o günlerde
Bilge'nin kedisi Korsan'da garip bir hastaliktan muzdaripti.....
nedenini bilmediğimiz
veterinerin teşhis edemediği birşeydi bu...
kırmızı çizgiler kayboldu
yarım yamalak
kambur bir gelecek geceye düşüverdi...
Marco'dan hala haber yoktu
İzmir yine yavaş yavaş sallandı,
aynı anda Sir Francis Drake Otelinin Balo salonunda
yemek yiyen Donna
bir şeylerin farkındaydı
büyük avize gidip geldi.....
San Fransisco'nun altında birşeyler oluyordu
kahkahalar, konuşmalar kesilmemişti
Donna yemeğine devam etti....
Istanbul'da ise
Belçika'lı insanlar hayatımıza girip çıkıyordu
birisi benimle hep aynı fikirleri paylaşıyordu
diğeri suskun,
gözlemlediklerinden kafası karışmış....
içiyordu....
bir diğerinin sürekli midesi bulanıyordu...
bir diğeri ise ısrarla fransızca konuşurken
bir flaman edası yapışmıştı yakasına ....
bense kendi halimde
icimdeki ötekini koruyamıyordum
kendimden,
olamadıklarımdan.....
arada aklıma
Avignon'daki nehir giriyor
suları bulandırıyor
bitmemiş köprüde
beni yarı yolda bırakıyordu
sonra ılık bir rüzgar esti....
basamağın diger köşesine oturdun
sessizce
teninin kokusu girdi önce
sonra nefes alışın
caddede geçenler gorünmez oldu.....
ben o günlerde kurban rolünü oynuyordum
bir karafatma nöbeti içinde
kafkakesk bir melodi
bahara rağmen
geçmek bilmeyen
almanca çökmüştü üstüme
dilimde ağır bir pil tadı
sonra.... sen işte
oturdun diger köşeye
İzmir'liydin
ana adı Nükhet
baba adı Şevket
Selanik'li bir ailenin bir tek oğluydun
gözlerin mavi
daha bir gökyüzü tonlarına çalan
ellerinden açık
dudaklarındanda açık
teninden koyu .....
neden o köşeye oturdun sen
o gün anlamadım
neden bilmediğim bir dilde konuşmuyordun
keske Mandarin konuşsaydın
yada ne bileyim
Urdu
o zaman kaçınılabilinirdi
kaçılabilinirdi
naçar bırakılabilinirdi
yazılmış olan....
ama sen orada oturmayı tercih etmiştin
beni tecrit altında bırakmaktan
pekte kaçınmayan bir halin vardı senin...
henüz tehlikenin farkında değildin,
nedenlerini sıralamak düşmezdi bana
sense henüz içine düştüğün belanın uzağında
sokuluyordun
çekiliyordun
seriliyordun
önümden
ötekinden.....
MMXII % IV Istanbul C.CERIT
Faik Paşa yokuşuna uzak,
Kelebek Korsecisine yakın bir noktada
köşebaşında bir basamak
duruyordu boş.....
iliştim kıyısına
sigara içmeliydim
başım fena halde dönüyordu
üstüne üstlük bugünlerde
başıma gelmeyen kalmamıştı
masumiyet müzesinde
aklımı,
ruhumu,
yazmaya calıştıklarımı,
düşüncelerimi,
toplamaya ,
biriktirmeye,
kaybetmeye
calıştığım herşeyi
yitirmiştim,
anlamadım bu nasıl olmuştu,
yaşamım bir curiosity box'a sığar mıydı?
buda yetmezmiş gibi
söyleyeceğim,
söylediğim
sözcüklerde kaybolmuştu......
paramparça olmuştu ruhum
üstüne
cebimde günlerdir sakladığım
kücük cigalle'den ses çıkmıyordu
nasıl yaşardım onun sesi olmadan,
hatıralar olmadan....
uzun süredir
sigara sarmaya başlamıştım,
filtre kahve içmiyordum,
Tanzanya'dan gelen kahve ile
Etiyopya'dan gelen arasındaki farkı algılayamıyordum,
coğrafı rotasyonumu kaybetmiş
batı ile doğu arasında sıkışıp kalmıştım....
yan komşularımın adlarını bile unutmuştum,
icimden onları görmeme istegi ağır basıyordu,
20 taksim 46 numaralı apartmanın her önüne geldiğimde,
tetiklenen merak duygusu gitmiş
yerini doldurulamaz bir Hooper tablosu almıştı
dedim ya garip bir haller olmuştu bana
kendim bile kendimi tanıyamıyordum.......
sonra evde yaşadığım garip kokuların
portreleri gitmis,
duvarlardaki kanje metinler silinmiş,
garip, fena halde futursuz
random bir nöbetler arifesinde
yaşanmamış beklentiler skalasında
elini uzatmaya ramak kalmışken
işte tam orada
metalik bir portakal tadı,
bölüyordu sessizliği....
amerikalılar buna olsa olsa
electric blue derdi,
kendimde güldüm bu algı frekansına.....
radyoda çalan ferahfeza makamındaki
bir ses...
nedensizce beni kapıya yönlendirmişti ki
hay aksi,dedemin fağfur kasesini bulamıyordum....
dedim ya garip bir haller evresindeydim
ben bile kendimi tanımakta zorlanıyordum......
sonra bir Erguvan düştü Göksu'ya
gölgesinde bir Hyacinth.....
bir gök gürültüsü sardı Hisar surlarını,
zeyrek'te bir gramafon ağlıyordu
Tatavla'da bir zenciyi bıçaklamıslardi,
kuyudibinde bir sette
aniden
durup dururken
bir oyuncunun sesi gitmişti,
Florence Nightingale hastanesinde bir Hemşirenin
burnu kanadı,
Mısır Apartmanındaki Galeriye cıkan
Ferdan'ın çorabı kaçmıstı.....
Sahra Pavyonundaki Zeki bileğini burkmuştu.....
yanılmıyorsan
o günlerde
Bilge'nin kedisi Korsan'da garip bir hastaliktan muzdaripti.....
nedenini bilmediğimiz
veterinerin teşhis edemediği birşeydi bu...
kırmızı çizgiler kayboldu
yarım yamalak
kambur bir gelecek geceye düşüverdi...
Marco'dan hala haber yoktu
İzmir yine yavaş yavaş sallandı,
aynı anda Sir Francis Drake Otelinin Balo salonunda
yemek yiyen Donna
bir şeylerin farkındaydı
büyük avize gidip geldi.....
San Fransisco'nun altında birşeyler oluyordu
kahkahalar, konuşmalar kesilmemişti
Donna yemeğine devam etti....
Istanbul'da ise
Belçika'lı insanlar hayatımıza girip çıkıyordu
birisi benimle hep aynı fikirleri paylaşıyordu
diğeri suskun,
gözlemlediklerinden kafası karışmış....
içiyordu....
bir diğerinin sürekli midesi bulanıyordu...
bir diğeri ise ısrarla fransızca konuşurken
bir flaman edası yapışmıştı yakasına ....
bense kendi halimde
icimdeki ötekini koruyamıyordum
kendimden,
olamadıklarımdan.....
arada aklıma
Avignon'daki nehir giriyor
suları bulandırıyor
bitmemiş köprüde
beni yarı yolda bırakıyordu
sonra ılık bir rüzgar esti....
basamağın diger köşesine oturdun
sessizce
teninin kokusu girdi önce
sonra nefes alışın
caddede geçenler gorünmez oldu.....
ben o günlerde kurban rolünü oynuyordum
bir karafatma nöbeti içinde
kafkakesk bir melodi
bahara rağmen
geçmek bilmeyen
almanca çökmüştü üstüme
dilimde ağır bir pil tadı
sonra.... sen işte
oturdun diger köşeye
İzmir'liydin
ana adı Nükhet
baba adı Şevket
Selanik'li bir ailenin bir tek oğluydun
gözlerin mavi
daha bir gökyüzü tonlarına çalan
ellerinden açık
dudaklarındanda açık
teninden koyu .....
neden o köşeye oturdun sen
o gün anlamadım
neden bilmediğim bir dilde konuşmuyordun
keske Mandarin konuşsaydın
yada ne bileyim
Urdu
o zaman kaçınılabilinirdi
kaçılabilinirdi
naçar bırakılabilinirdi
yazılmış olan....
ama sen orada oturmayı tercih etmiştin
beni tecrit altında bırakmaktan
pekte kaçınmayan bir halin vardı senin...
henüz tehlikenin farkında değildin,
nedenlerini sıralamak düşmezdi bana
sense henüz içine düştüğün belanın uzağında
sokuluyordun
çekiliyordun
seriliyordun
önümden
ötekinden.....
MMXII % IV Istanbul C.CERIT
30 Nisan 2012 Pazartesi
BEN THALSSOKTRATOR, PAPAZ DİMİTRİ OKŞAR BAŞIMI
BEN THALSSOKTRATOR, PAPAZ DİMİTRİ OKŞAR BAŞIMI
Laleler açtı bugünlerde
Nisan yagmurları soluksuz,
kent alabildigine dolu
ruhum kadar ............
yanı basımda yetim hayaller
beslemekten yorgun düsmüs
büyük yalnızlıklar bunlar
kimsenin bilmedigi
yarınlar derin sızıları gizlerken,
Hemingway yok ortalıklarda
yaran henuz kapanmamısken.....
bir Howard Hawks filminde olmalıydım ben
sürüklenirken bilmedigim limanlara
eski adımı hatırlamakta zorlanırken ......
Thalassokrator
birde ünvanım olmalı eskilerden kalan
protonobilissimus....
ise yaramayan bugünlerde,
herneyse......
Macau bile çok uzakken
Katanam çaresizken
Istanbul kotü bir sevgili rolünde bugün
Bahar geldi
yalnızlıklar aynı
giderek çogalan,
Arnavutkoy'de yetim bir Rumum ben
Papaz Dimitri oksar basımı
karakoldakilerden korkmam ben
nede olsa Papaz Dimitri var.....
20 yasında anlamayan
otuzunda yalpalayan
ee 40' ına su kadar kalmısken
hem anlamayan hem yalpalayan
birde üstüne kayıp .....
anlamıyorum hiçbirseyi
yaratıcı ruhlar tuzaklardan hoslanırken
handikaplar kapı onünde bırakılmısken.....
Istanbul April, MMXII
Laleler açtı bugünlerde
Nisan yagmurları soluksuz,
kent alabildigine dolu
ruhum kadar ............
yanı basımda yetim hayaller
beslemekten yorgun düsmüs
büyük yalnızlıklar bunlar
kimsenin bilmedigi
yarınlar derin sızıları gizlerken,
Hemingway yok ortalıklarda
yaran henuz kapanmamısken.....
bir Howard Hawks filminde olmalıydım ben
sürüklenirken bilmedigim limanlara
eski adımı hatırlamakta zorlanırken ......
Thalassokrator
birde ünvanım olmalı eskilerden kalan
protonobilissimus....
ise yaramayan bugünlerde,
herneyse......
Macau bile çok uzakken
Katanam çaresizken
Istanbul kotü bir sevgili rolünde bugün
Bahar geldi
yalnızlıklar aynı
giderek çogalan,
Arnavutkoy'de yetim bir Rumum ben
Papaz Dimitri oksar basımı
karakoldakilerden korkmam ben
nede olsa Papaz Dimitri var.....
20 yasında anlamayan
otuzunda yalpalayan
ee 40' ına su kadar kalmısken
hem anlamayan hem yalpalayan
birde üstüne kayıp .....
anlamıyorum hiçbirseyi
yaratıcı ruhlar tuzaklardan hoslanırken
handikaplar kapı onünde bırakılmısken.....
Istanbul April, MMXII
15 Ocak 2012 Pazar
SiCiILYA’DA LiMONLARA SORMA BENi
ustumde Eos’un parmaklari
boyamisti gokyuzunu fusyayla suzulen lila tonlarina,
yuruyordum ben hallerine,
benden bir ben cikaramamin yarattigi kaosla birlikte,
Richter olceginde ambigui bir scalada,
Monreale katedrali yikilirken ustume,
Conca D’ora vadisinden cikis yok,
Isa beni heryerde takip ederken,
bu adada hapsolmustum…..
Siracusa sokaklarinda
Caravaggio ustume cokmus bekliyor,
lanet olasi gunes tenimde
Venere Kalesi yanibasimda dikiliyor,
Norman istilasindan geriye ne kaliyor,
bilmiyorum,
bilmiyorum….
adadayim,
bir basima………….
Aah Sicilia………
Taormina & Italia …….MMIX
14 Ocak 2012 Cumartesi
iste oyle gunler birbirini kovalarken
...........iste oyle gunler birbirini kovalarken
Onu tanidigim ilk gun,
Karakoy aciklarindan gecen takalara atlamamak icin
kendimi zor tuttutgum bir gundu,
yanimda Fasli bir kadin,
onun askina taniklik ettigim sahilde gecen bir gece
adamakilli sarhosluga sigindigim,
bulanik sularinin altinda gizlenen Theodora’nin ruhu,
sularin altinda gizlenmis inci mabetler,
kiyida ise insanlar,
surlarin kenarina birakilmis
hic okunmamis mektuplar,
bos sarap siseleri,
tum bunlara anlam veremeyen, ,
Mavi terastan olanlari izleyen kucuk potukareli kiz,
terkedilmis tersaneden yanisiyan isiklar,
arkada koca Suleymaniye,
tepeden bize bakan Roxelena,
yanibasimda kendi yalnizligim,
ote tarafta kendine yetmez hallerimin cekilmezligi,
ayagimda eski bir jean,
kafamda hayaliyle bogustugum,
anlari kurguladigim,
adimlarini ezberledigim,
kendimi kurdugum adam……….
son yaz aksamlari,
kokulari pekte ayirt edemedigim,
algilamakta gucuk cektigim,
sahile vuran ilik dalgalar,
iste gunler boyle birbirini kovalarken,
ben elim kolum bagli,
oylece akarken sular,
bir gun….
bir kadin girdi hayatima,
Modigliani ile Boticelli kadininin arasinda kalan,
bir Canova heykelinin klasizmiyle birlesen
Degas’nin
hicbir zaman cizmedigi
bir portre,
donmustu an ve mekan
Istanbul orali bile olmamisti,
sari bir taxi gecti,
sofor uykusuzdi belli,
geciyordu hersey kendinden,
olmadiklari hallerden,
benligimden,
bense, ben ….
oysa,
bugun ruhum karakoy’den geciyordu,
gecerken oradan oraya kosturan bir cocuktum ben,
bedenimde Kanje metinler tasiyan,
belkide o yuzden uzaktim herseye,
Zack’in sesi kulaklarimda yankilandi,
bir yasli vapurla birlikte,
o an hic bir kokuyu goremiyordum,
cocuklugumda
Kemeraltinda ,
elini tutarken anneannemin,
sicakligi bulasti bir an,
o kokulari animsamayi hayal ettim,
kokular onu takip etmemisti,
her gectigimiz sokaktaki kokulari gorebilirdim bir zamanlar,
yitiriyordum yetilerimi,
yerine koyamadan hicbirseyi,
tipki yerine koyamadagim annemin yoklugu,
yerine koyamadigim Aya Yorgi koyunda gunesin dogusu gibi….
Istanbul & MMXI
Kasim soguklar yeni baslamisti, ben yoktum orada
Onu tanidigim ilk gun,
Karakoy aciklarindan gecen takalara atlamamak icin
kendimi zor tuttutgum bir gundu,
yanimda Fasli bir kadin,
onun askina taniklik ettigim sahilde gecen bir gece
adamakilli sarhosluga sigindigim,
bulanik sularinin altinda gizlenen Theodora’nin ruhu,
sularin altinda gizlenmis inci mabetler,
kiyida ise insanlar,
surlarin kenarina birakilmis
hic okunmamis mektuplar,
bos sarap siseleri,
tum bunlara anlam veremeyen, ,
Mavi terastan olanlari izleyen kucuk potukareli kiz,
terkedilmis tersaneden yanisiyan isiklar,
arkada koca Suleymaniye,
tepeden bize bakan Roxelena,
yanibasimda kendi yalnizligim,
ote tarafta kendine yetmez hallerimin cekilmezligi,
ayagimda eski bir jean,
kafamda hayaliyle bogustugum,
anlari kurguladigim,
adimlarini ezberledigim,
kendimi kurdugum adam……….
son yaz aksamlari,
kokulari pekte ayirt edemedigim,
algilamakta gucuk cektigim,
sahile vuran ilik dalgalar,
iste gunler boyle birbirini kovalarken,
ben elim kolum bagli,
oylece akarken sular,
bir gun….
bir kadin girdi hayatima,
Modigliani ile Boticelli kadininin arasinda kalan,
bir Canova heykelinin klasizmiyle birlesen
Degas’nin
hicbir zaman cizmedigi
bir portre,
donmustu an ve mekan
Istanbul orali bile olmamisti,
sari bir taxi gecti,
sofor uykusuzdi belli,
geciyordu hersey kendinden,
olmadiklari hallerden,
benligimden,
bense, ben ….
oysa,
bugun ruhum karakoy’den geciyordu,
gecerken oradan oraya kosturan bir cocuktum ben,
bedenimde Kanje metinler tasiyan,
belkide o yuzden uzaktim herseye,
Zack’in sesi kulaklarimda yankilandi,
bir yasli vapurla birlikte,
o an hic bir kokuyu goremiyordum,
cocuklugumda
Kemeraltinda ,
elini tutarken anneannemin,
sicakligi bulasti bir an,
o kokulari animsamayi hayal ettim,
kokular onu takip etmemisti,
her gectigimiz sokaktaki kokulari gorebilirdim bir zamanlar,
yitiriyordum yetilerimi,
yerine koyamadan hicbirseyi,
tipki yerine koyamadagim annemin yoklugu,
yerine koyamadigim Aya Yorgi koyunda gunesin dogusu gibi….
Istanbul & MMXI
Kasim soguklar yeni baslamisti, ben yoktum orada
CAMPARI & LONDRA
CAMPARI & LONDRA
Warvick Avenue’ye yakin biryerlerde
bulusurduk kimi zaman,
Duffy’in sarkilarindaki gibi,
Adele yoktu o siralar,
Formosa Sokaginda,
yemek yerdik arada,
kanal kiyisinda beni dinlerdin
bazi zamanlar ben seni,
ben Campari icerdim,
buzlu, portakal suyuyla
bazende Hoeggaarden birlikte,
limonlu,
sende yeni aliskanliklar edinmistin,
hic sorgulamadan,
seviyordun bu uzun yuruyusleri,
seviyordun amerottoyu,
yaptigim yemekleri,
seviyordun,
mango chutney’li orzoyu,
aslinda sen farkinda degildin,
ama,
seviyordun beni,
kanal boyunca bende seni sevdim,
tum botlarda adini arardim,
anlamsizdi bu benim yaptigim,
o sira zaten ne anlamliydi ki,
Italyan Mahallesinde,
French Theatre’da komedi zamaniydi,
Sokaklar boyu anglo-saxon yalnizliklarda,
bir Turk olmak batardi askimiza,
iste o yuzden elimi tutmadin sen hicbirzaman …
MMIX & Hampstead & London , La Dolce Vita e Amoretto e L’Amore , C.CERITH
Warvick Avenue’ye yakin biryerlerde
bulusurduk kimi zaman,
Duffy’in sarkilarindaki gibi,
Adele yoktu o siralar,
Formosa Sokaginda,
yemek yerdik arada,
kanal kiyisinda beni dinlerdin
bazi zamanlar ben seni,
ben Campari icerdim,
buzlu, portakal suyuyla
bazende Hoeggaarden birlikte,
limonlu,
sende yeni aliskanliklar edinmistin,
hic sorgulamadan,
seviyordun bu uzun yuruyusleri,
seviyordun amerottoyu,
yaptigim yemekleri,
seviyordun,
mango chutney’li orzoyu,
aslinda sen farkinda degildin,
ama,
seviyordun beni,
kanal boyunca bende seni sevdim,
tum botlarda adini arardim,
anlamsizdi bu benim yaptigim,
o sira zaten ne anlamliydi ki,
Italyan Mahallesinde,
French Theatre’da komedi zamaniydi,
Sokaklar boyu anglo-saxon yalnizliklarda,
bir Turk olmak batardi askimiza,
iste o yuzden elimi tutmadin sen hicbirzaman …
MMIX & Hampstead & London , La Dolce Vita e Amoretto e L’Amore , C.CERITH
PRIMROSE HILL & GREENBERRY HILL
PRIMROSE HILL & GREENBERRY HILL
sen ruyalarima girmistin,
suretin hic cikmiyordu icimden,
derin bakar olmustum bu gunlerde,
dalip dalip gidiyordum,
sebeb aramaktan yorulmus,
bir agacin yanina uzanmistim,
oyle boylu boyunca,
hayalini kurmustum hep bu anin,
yapraklar gozlerimin onunden suzuluyordular,
o gokyuzu,
en tatli gozyuzuydu sanki,
sonra Primrose Hill’de bulustugumuz gun geldi aklima,
bana verdigin en guzel hediye olmaliydi,
yani basinda uzanmak gokkubbe altinda,
ayaklarimin altinda Londra,
yanimda sen,
tutusmayan ellerimiz,
kacirdigimiz gozlerimiz,
ve biz ……
kimseler bilmiyordu bizi,
ben bile bilmiyordum,
bir tek Londra sahitti,
ve o guneye bakan yamactaki
soldan yedinci agac,
adini bilmedigim,
sana sormaktan cekindigim,
kafami kurcalayan
Sir Edmund Berry Godfrey'in esrarengiz olumu,
senin kafanda Medusa'nin saclari.....
senin mavi t-shirt’un
benim japon saatim vardi,
sen incir yerken,
ben ikinci sigarayi iciyordum,
senin guneste tenin daha bir koyulasirken,
benim tenim hic olmadigi kadar beyazdi
benim elimde bir Walt Whitman kitabi,
senin elinde olmayan nedenler,
sen beni seviyordun,
ama hic soylemiyordun,
ben seni seviyordum,
ama bende soylemiyordum
ne komikti hallerimiz,
bizi esir alan sanki Viktoryen bir gecmis,
bir E.M.Foster karesi,
Burlington Pasajinda unttugumuz semsiye misali,
eski Tea Room’lardaki porselen fincanlar,
kucuk kanepeler,
yasli teyzeler,
Hampstead tepelerinde at kestaneleri,
yazin parkin kosesindeki Kibrisli dondurmaci,
Madam Jojo’nun peruklari,
Aklimdan ellerin
gecerken,
gozumun onunden Thames,
oysa bu gozler oksanacak seyler ararken,
Dante'nin soyledileri dogru mu?
Ruyamidir omrumuzun gogune sinen,
butun hikayeler geciyorken omrumuzden
Thames'in altindan ustunden,
onlara eslik eden kaz suruleri,
ve Wilde, ve Ilhan
digerleriyle birlikte,
yolumuzun Zafer Takini bile goremezken....
ahh ne guzel birseymis
hic tutmadigim ellerinin
hayaliyle yurumek Hampstead sokaklarinda ……
MMIX & Hampstead & London , ilik bir yaz ve L’Amore , C.CERITH
sen ruyalarima girmistin,
suretin hic cikmiyordu icimden,
derin bakar olmustum bu gunlerde,
dalip dalip gidiyordum,
sebeb aramaktan yorulmus,
bir agacin yanina uzanmistim,
oyle boylu boyunca,
hayalini kurmustum hep bu anin,
yapraklar gozlerimin onunden suzuluyordular,
o gokyuzu,
en tatli gozyuzuydu sanki,
sonra Primrose Hill’de bulustugumuz gun geldi aklima,
bana verdigin en guzel hediye olmaliydi,
yani basinda uzanmak gokkubbe altinda,
ayaklarimin altinda Londra,
yanimda sen,
tutusmayan ellerimiz,
kacirdigimiz gozlerimiz,
ve biz ……
kimseler bilmiyordu bizi,
ben bile bilmiyordum,
bir tek Londra sahitti,
ve o guneye bakan yamactaki
soldan yedinci agac,
adini bilmedigim,
sana sormaktan cekindigim,
kafami kurcalayan
Sir Edmund Berry Godfrey'in esrarengiz olumu,
senin kafanda Medusa'nin saclari.....
senin mavi t-shirt’un
benim japon saatim vardi,
sen incir yerken,
ben ikinci sigarayi iciyordum,
senin guneste tenin daha bir koyulasirken,
benim tenim hic olmadigi kadar beyazdi
benim elimde bir Walt Whitman kitabi,
senin elinde olmayan nedenler,
sen beni seviyordun,
ama hic soylemiyordun,
ben seni seviyordum,
ama bende soylemiyordum
ne komikti hallerimiz,
bizi esir alan sanki Viktoryen bir gecmis,
bir E.M.Foster karesi,
Burlington Pasajinda unttugumuz semsiye misali,
eski Tea Room’lardaki porselen fincanlar,
kucuk kanepeler,
yasli teyzeler,
Hampstead tepelerinde at kestaneleri,
yazin parkin kosesindeki Kibrisli dondurmaci,
Madam Jojo’nun peruklari,
Aklimdan ellerin
gecerken,
gozumun onunden Thames,
oysa bu gozler oksanacak seyler ararken,
Dante'nin soyledileri dogru mu?
Ruyamidir omrumuzun gogune sinen,
butun hikayeler geciyorken omrumuzden
Thames'in altindan ustunden,
onlara eslik eden kaz suruleri,
ve Wilde, ve Ilhan
digerleriyle birlikte,
yolumuzun Zafer Takini bile goremezken....
ahh ne guzel birseymis
hic tutmadigim ellerinin
hayaliyle yurumek Hampstead sokaklarinda ……
MMIX & Hampstead & London , ilik bir yaz ve L’Amore , C.CERITH
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)